Ana içeriğe atla

Öne Çıkan Yayın

KUDÜSTE EZAN SESLERİ

Ağladım.. ağladım göz yaşı keselerimde yaş kalmayana dek Kudüs'ü dinledim o gece yarısında, iyice anlayana dek...  Başım ağrıyor, kaşlarım ağırlaşıyor düşündükçe hali, Selahaddin'in niye gülmediği şimdi daha da belli... Her zerremle utanıyorum şu anki halimden, Benim imanım eksik mi Selahaddin'inkinden?  Anadolu'dan geçen Haçlılara niye dur dedi atalarımız? O zamanlar namusumuza ne güzel sahip çıkarmışız. Şimdi kim nerde ne yapıyor bizi hiç alakadar eder mi? Gerici değiliz biz ayol biraz modern olalım değil mi?  Lanet olsun bizi bu hallere düşürenlere! Dünya ile oyalayıp gözümüze perde çekenlere. Yazıklar olsun elbet, bu oyuna düşen bizlere de! Nasıl oldu da değiştik bu kadar kısa sürede?  KUDÜSTE EZAN SESLERİ YOK ama sesimiz çıkmıyor! Memnun muyuz halimizden, niye kimse uyanmıyor? Bu duruma sela gerek, bari Kudüs'te o okunsa, Ama doğru, onu okuyacak müezzin de maphusta...  Nasıl hesap vereceğiz o çetin sorgu gününde? Gözlerimizi yummadan kör olmuşuz yeryüzünde....

JENGA OYNAYABİLMEK

 

 Reform, inkılap, devrim, ıslahat... Çok yerde görebileceğimiz bu kavramlar ciddi olarak düşünülmeli ve her boyutta  anlaşılmalıdır.

 İnsanlıkla başlayan reformcu hareket, her zaman dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda etkili olmuştur. Mesela tüm peygamberlerin (125 bin olduğuna dair rivayet vardır) gönderildiği toplumu ıslah etmesi / etmeye çalışması bu bağlamda gözden kaçırılmaması gereken bir husustur.

 Reform üzerine düşündüğümüzde; reformcular, çoğu zaman kendine göre, ya kendisinde ya toplumunda ya dini uygulanışta veya dinde (bkz. Martin Luther), yönetimde, devlette, siyasette, felsefede, düşüncede tabular/putlar bulmuş, reformcu bir anlayışla düşüncelere ve fiillere yaklaşmış ve kendince dünyasını hem yıkıp hem tekrar kurabilmiştir.

Bu sorgulayıcılık ve reformcu yaklaşım hem kişiyi, toplumu, düzeni vs. sürekli değiştirip güçlü ve zeminli hale getirirken hem de dünyanın ve çevrenin değişken koşullarına dirençli yapar. Bunun aksi ise gelenekçilik olarak nitelendirilebilir. Buna Latince “statüko” denmiştir. Statükocular, her zaman mevcut yapıyı korumaya meyillidir. Bu gelenekçilerin kafalarında bazı şeyleri aşamamış olduğu da ortadadır. Batıda -özellikle Ortaçağ Avrupası'nda- Katolik  burjuvalar ve ruhbanlar ya da natüralist bilimciler bunun en çarpıcı örneklerindendir diyebiliriz.

Bu anlamda İslam'da asla statükoculuk görülmez. İslamda “statüko”ya karşı “statüs quo ante” (statükoant) vardır. İslam'da da müslümanlar eskinin bid’atlarını değiştirir. Tüm eski yanlışlardan döner. müslümanlar bin yıllık ataları yanlış yapmışsa dahi kabullenip kendilerini değiştirebilirler. Bu açıdan samimi müslümanlar, yanlışlarını bırakır ve tek emel olan rızayı ilahiyi esas alarak tüm putlarını yıkar. İslam'da bunun en güzel ve çarpıcı örneğinin asrı saadet olduğu şüphesizdir. Nitekim müslüman olanlar bir anda değişmiş, eski bid’atlarından ve atalarının yanlışlarından dönebilmişlerdir.

Elbetteki  müslümanların örnek alacağı yaşayışın asrı saadet olması, her zaman ona uymaya çalışması, müslümanları gelenekçi yapmaz. Çünkü “asrı saadete özenme ve onu isteme ruhsal bir atılımı gerektirir.”*

Başka bir açıdan bakarsak Batı'nın Orta Çağ'dan itibaren -sorgulayıcılık bakımından- yükselmesinin ana sebebi de bu reformculuktur.  Batılılar uzun, kirli ve bağnaz geçmişlerinden ders almışlar ve bugün; sistemler, düşünceler, toplumlar, insanlar üzerinde daha kapsamlı düşünebilmişlerdir.

Güncel bir örnek olarak bugün Batı, “bilimin yöntemini”  -bilimin üzerindeki materyalist ve natüralist etkileri ve sınırlamaları- dahi sorgulayabilmektedir. Halbuki Türkiyede “bilimsel” denince akan sular durur. Bilimsellik sorgulanmaz. Bugün Batı, daha doğrusu Batı vatandaşı, rejimini ve devletinin temellerini, ilkelerini ve ideolojik etkisinin boyutlarını istediği gibi sorgulayabilir.

Putları kırmak İslam'da eskiden asıl anlamıyla kullanılmıştır. Ancak şu günlerde “put” mecazi olarak düşüncelerin ve sistemlerin putudur. Bu putlar veya tabular ancak fikir özgürlüğüyle kırılabilir. Fikir özgürlüğü kendini ve temelini sorgulayabildiğinden statükoculukla mücadele açısından çok önemlidir. (Elbetteki bu fikir özgürlüğünün kapsamları ve sınırlamaları vardır. bugün fikir özgürlüğü, tanımsal açıdan yerlerde dolaşmaktayken bunu belirtmekte gerek duydum.)

Şimdiyi düşündüğünde insan, özellikle bir Müslüman kendisine dayatılmış / kendisinin kabul ettiği tüm ideolojileri onların temelini, gayesini ve geçmişini anlamak araştırmak ve gözlemlemek zorundadır. Çünkü kişi samimi Müslümansa fikriyatının İslam'la alakasını ve ilişkisini sorgulaması zorunludur. Dahası bu fikriyatın  topluma hukuksal ekonomik sosyolojik vs konudaki etkilerinin de İslamiyet'le ilişkisini anlamalıdır. (hatırlatmalıyım ki İslam asla bir ideoloji değildir. Müslümanın zaten kabul ettiği şeyi sorgulaması imanını gözden geçirmesi demek olacağından ve şeytanının bu hatırlatmalarda her zaman vesvese ve şüphe  aracı olduğundan, dolayısıyla Müslümanın her zaman imanını sorgulama evresi içinde olacağından, ideolojik tabu/put kırma döngüsünde bundan bahsetmeyeceğim ve yer vermeyeceğim.)

Eğer kişi, toplum ya da sistem; kabul ettiği -her ne kadar iyi, doğrucu ve anlaşılır gözükse, her ne kadar 20 yıllık eğitim öğretiminde dikte edilmiş olsa bile, her ne kadar milli bir ideoloji olsa bile- fikriyatını ve ideolojisini sorgulamasa hem geleceğini tahrip eder hem de gelenekçiliğinin açtığı sorunlarla baş başa kalır. Geleceğe ve çevreyle ilişki kuramaması, gerici ve kalıpçı, tekçi olması, fikriyatının açtığı soruna saldırarak sorunu daha da büyütmesi, düşünsel olarak (bakın ekonomik olarak demiyorum) asla gelişememesi bu sorunların sonuçlarındandır. Bu sorgulamama, kalıpçı bir anlayışı meydana getireceği gibi kalıplara uymayananları sömürme ve onlara karşı sayısız hak ihlaline neden olabilir.

Ben bu sorgulayıcılık meselesini “jenga oynayabilmek” olarak değerlendiriyorum. Jenga oynarken kişi, en alttaki taşları çıkarıp zemini düzenler. Alttan taş alıp üste koyar. Bazen bu “jenga oynayabilmek” gerekirse tüm yapıyı bozmaya kadar varabilir.

Insan ya da sistem, jenga oynarken yaptığı gibi kurduğu düşünsel sistemi değiştirebiliyor, ekleyip çıkarabiliyor, dahası taşların stratejisini ve varlıklarını anlayabiliyor, hatta gerektiğinde tüm yapıyı sıfırlayarak reformize edebiliyorsa yani devrimci ve reformcu bir tavır sergiliyebiliyorsa hem gelişmiş hem de uygar olabilmiştir.

 bugün kalıplaşmış sistemlerde, “jengayı oynayabilmek” herkesin harcı olmadığı gibi “jengayı oynamak” keskin bir cesaret ve duyarlılık ister. Yenilikçi, zeki ve kudretli insanlardır put kıranlar. İster gerçek ister mecazi put olsun.

Reformcu ve sorgulayıcı bir anlayışın -Müslümanca düşünerekten- her türlü sorunları çözebileceğinden eminim. Günümüzde “hak ihlalleri, gelişememezlik,  gelişmiş bağnazlıklar, çözümsüzlük ve kalıplaşmalar” sorunlarını çözebilmek ancak reformculuğa bağlıdır. Ve şunu da unutmamalıyız: sıkıca bağlandığımız, bağlanırken farkında bile olmadığımız bazı tabuların şuan varlığı bizim suçumuzdur. Herkes kendindeki ve sistemlerindeki putları alaşağı etmelidir.

Put kıranların en güzeli hz. Muhammed’e (sav.) benzeyebilmek, statükocularla başa çıkabilmek ve döndüğümüz çarkı farketmek dileği ile...

Yusuf GÜÇLÜ




*Rasim Özdenören, Müslümanca düşünme üzerine denemeler, İslam ve Gelenekçilik.

Yorumlar

Popüler Yayınlar