Hak Teâlâ, Meleklerine:
"Ben yeryüzünde HÜKÜMRAN olacak birini yaratacağım" diye buyurdu. ( Bakara sûresi, 30. ayet)
Dünya denizleri yıllar yılı sallandı, durdu. Dünyanın karaları denizlerin ortasında binbir nebatla, binbir güzel çiçekle, binbir renkli bitkilerle doldu.
Fakat, bu dünyayı daha da güzelleştirmek, ona daha da bir şirinlik vermek lazımdı. Yüce Allah:
-"Bir insan yaratayım, bu insan 'Bir'liğimi tanısın. Yeryüzünü onarsın..." diye buyurdu.
( ... )
Evet, göründüğü üzere insanın yaratılış gayesi, Allah'ın sonsuz kudretini tanımak ve yaratmış olduğu yeryüzünü güzelleştirmek. Allah'u Teâlâ bir hazineydi ve bilinmek istedi. Kendisini bilecek, bulacak ve tanıyacak, en önemlisi kul olacak aşkıyla yanıp kül olacak insanı yarattı. Sonra da ona "Halifem!" dedi.
İnsanın yaratılış gayesi güzel olmayı ve güzelleştirmeyi gerektirir. Neden mi? Çünkü Allah'u Teâlâ güzeldir ve güzel olanı sever.
Allah insanı yarattı, yeryüzüne gönderdi ve yıllar yılları kovaladı ama hâlâ yakalayamadı :), derken dünyayı hırs bulutları kapladı, kibir şimşekleri çaktı, kan ve kir yağmurları birer birer ıslattı o güzel toprakları. Hatta öyle bir hale gelmişti ki sanki iyi insanlar çekmeye kötüler ise çektirmeye gelmiş gibiydi. Yenilmişti dünya. Yıkılmıştı yüzümüz. Burkulmuştu gönlümüz. İyiye dair ne varsa sanki bir bir silinmeye yüz tutmuştu. Ardından Yüce Yaradan elimizden ve yüreğimizden tutması için gönderdi Rahmet elçilerinin sonuncusunu...
Ondan sonra rahmet yağmurları yağmaya başladı gökten. Ve o mübarek rahmet elçisi de gelip geçmişti bu handan. Bize miras olarak hâkikat yolunda nasıl yürülebileceğini göstermişti o yolda; taşlanarak dahi olsa durmadan yürüyerek. Ama o gittikten sonra yine bir bir durulmaya başladı rahmet yağmurları ve yerlerini tekrar eski yağmurlar almaya başladı.
Amacımız bu dünya hayatını anlamlandırmamıza yardımcı olan yegâne etkenlerden biridir. Peki bu amaçları zaten Rabbimiz bizim için daha yaratılmadan önce belirlememiş miydi? Hem zaten bu amaçlar belirlenmemiş olsa bile insanın iyilik yapmaktan ve insanların yaralarını sarmaktan başka ne amacı olabilirdi ki? Peki biz bu amaçlar uğruna ne kadar çaba gösteriyoruz ya da bu amaçlamamız gereken amaçlarımızı ne kadar amaçlıyoruz? Durun ben söyleyeyim: dünyanın her yeri bayındır hâle gelmediğine göre ve hâlâ fakir Müslüman çocuklarının bulamayıp açlıktan öldüğü sütü zenginin köpeğinin içerek obeziteden öldüğüne göre ve hâlâ mazlum insanların mutluluk denen şeyin var olduğunu öğrenmediğine göre kendi fikirlerini savunamayıp her türlü fikre saygı duyması!? gerektiğine göre, kapital ve emperyal düzen sinsice etrafımızı sardığında göre..... hâlâ bir şey amaçlamayı dahi amaçlamıyormuşuz. Kudüste israil askerine karşı (taş atarak) direnen 12-13 yaşlarında bir çocuğun göğsünden kurşun yediği halde ayakta dik durup Fatihini beklediği fotoğraf karesi, çocuk cesetlerinin karaya vurmuş fotoğraf kareleri, bacağı kopmuş yavrusunu kucağında göz yaşlarıyla taşıyan babanın feryatlar içerisinde hastane aradığı kareler ve daha niceleri oldukça amaçlayacağımızı da sanmıyorum.
Madem gayemiz Allah rızası o vakit o uğurda O'na layık şekilde mücadele edelim. Gerekirse o uğurda Minyeli Abdullah gibi, yatakta ölmeyi çoktan unutalım. Bediuzzaman Said Nursi gibi hapishanelerden hapishanelere gönderilelim. Abdülhamid Han hazretleri gibi sürgüne mahkum edilelim. Ama susmayalım, durmayalım, vazgeçmeyelim.
Biz bir hiçtik, hiçten de az. Ama Allah bize halifelik makamına eriştirdi ve yarattıklarından üstün kıldı. Öyleyse vazife bizi bekler...
Yorumlar